Tarihçe İstanbul'un rivayeti bol kahramanları
curcunabaz akrobatlar mumcular
tulumcular deliler nahılcılar
gözbagcılar güreşçiler müzisyenler
hayvan oyn ip canbazı soytarılar
kasebazlar köçekler anka kuşu
  Köçekler
Temaşa oyuncuları; köçekler... İngiliz gezgini Dr. Covel gördüğü köçekleri şöyle anlatır; "Bunların iyicesi çok gösterişli, ya altın ya gümüş sırmalı, ipekliden giyinirlerdi. Giyimleri bedenlerine tıpatıp uyar, bu dizlerine kadar gelir, kolları kapalı ve bellerinde keselerine ve zevklerine göre zengin bir kuşak bulunurdu, bunun altında da çok geniş, bol ve topuklarına kadar uzanan bir etek giyerlerdi;
bu eteklerde açık renkte ve çok gösterişli olurdu. Saçlarını kesmezler, yanlarında çepeçevre güzel güzel saç lüleleri bırakırlardı, kimi saçlarını örterler, kimi de aşağı sarkıtıp veya örtülü olarak arkalarından omuzlarına dökerlerdi. Genel olarak başlarına ipek bir başlık (küçük ve tas biçiminde) veya kalpak denilen kürklü başlık geçirirlerdi. Bunlar arasında 10 yaşlarında bir güzel oğlan çocuğu bulunuyordu, saçları bir kadının ki kadar uzundu. Onunla birlikte dinç, yakışıklı 25 yaşlarında bir delikanlı dansetti. Ustaca, sessiz , tuhaf bir bayağılıkta akla gelebilecek her türlü çapkınca, kösnük duruşlara başvurdular. Geriye kalanlar 4, 6 ve kimi kez 8 kişilik takımlarda dansettiler. Bu daha çok bedenin kırılması (utandırıcı bir duruş) adımları yavaşça, yuvarlakça kaldırmaya, durmaya, dönmeye dayanıyordu. Kol hareketi, dans hareketi, el hareketi gibi belirli bir hareketleri yoktu. Ya yarım veya tam halka olurlar, bir ezgiden öteki ezgiye ,bir güldürüden öteki güldürüye geçerler, en sonunda canlı bir müziğe ayak uydurarak uzun uzun dönerler (dervişler gibi) durunca eğilip selam verirler, ve hep yanlarında olan çalgıcıların yanına koşarlar.
Köçek oynatmak...
Yöresel ve ulusal rakslar dışında erotik üslupta sanat dansları grubuna giren sevinci şehvete, neşeyi tahrike dönüştüren bir rakstı. Köçekler eski oyun kollarının en önemli unsurları arasındaydı. Bu kolların hazır bulunduğu genel, özel herhangi bir eğlence de hemen hemen ilk numara müzik ve rakstı. Eski temaşa oyuncularımız arasında köçek ve çengilerin ayrı bir yeri vardı. Çengi yalnızca kadın oyunculara verilen bir addı. Erkek oyuncularaysa köçek ve tavşan deniliyordu. Cinsel duyguları uyandırıp tatmin eden, özellikle bu iş için yetiştirilmiş yakışıklı, kadınsı tavırlı, genç erkekler ve oğlan çocuklarının oluşturduğu, müziğe ilgi duyan, güzel sesli ve güzel yüzlü köçek kolları bazen istek uyandıran kadın giysileriyle bazen de başka garip kılıklarda, ayartıcı bir biçimde raksederler, seyredenleri oyunları, davranışları, kaş süzmeleri ile heyecandan heyecana düşürürlerdi.

Bunlara özel bir biçimde meşkhanelerde müzik eğitimi verilir, makamlar ve ezgilerle yakınlık sağlanır, kendilerine raksın tüm incelik ve kurallarını öğretirlerdi. Köçekler erkek kılığına girip "zeybek", "kilci", "kalyoncu", gibi oyunlara da çıkarlardı.
Tıpkı bir bale gösterimi gibi kimi kez bir konuyu dramatik bir biçimde canlandırırlardı. Geçen yüzyılın başında bir yabancı gezginin bir ramazan gecesi İzmir dolaylarında Turgutlu'da görmüş olduğu gösterim işte bu türlü sahne dansı özelliği taşımaktadır.
Ok Meydanı dolaylarında bir evde özel bir sünnet düğünün de gördüğü böyle bir gösterimi de bir yabancı tanık şu satırlarla anlatır; "Kız gibi giyinmiş genç oğlanlar zevklerin türlü ayrıntılarını canlandırıyorlardı; hareketleri önce yumuşak ve ölçülüydü, gittikçe canlandı ve sonunda gözün bile izleyemeyeceği bir titremeye geçtiler. Gösterdikleri esneklik, çeviklik olağan üstü bir şeydi."

Ancak uzun bir çalışmanın sonucunda elde edebilirdi."Köçekler kız gibi giyinir, saçlarını uzun bırakırlardı. oyun sırasında sırma işlemeli saçaklı ipek kumaştan bir fistan; toka, süslü ipek, sıçan dişi işlenmiş gömlek, onun üzerine som sırma ile işlenmiş kadife veya al çuhadan dilme, başlarında da ağırlıklar bulunurdu.
hasır fes, üzerine ipek ve kıyıları sırma ile süslenmiş çevre giyerlerdi. Başları açık, saçları uzun, kırma kıvırcık bükülü, kokulu ve doğal olarak dağınık idi. Köçekler, parmaklarına pirinç zil takarlar, raks sırasında bunları müziğe uygun bir biçimde şakırdatırlardı. Ziller pirinçten dökülür, terkibine az miktarda altın veya gümüş katılırsa "tınnet", inlemesi çoğalırdı. En iyi zilin "Kumkapılı" nın yaptığı ziller olduğunu dökümcüler kahyası Hristo usta söylemiştir. Zil iki elin baş parmaklarına bağlanarak birbirine çarpmak süretiyle çalınır. İyi bir zil "la" ve "re" yani dügah veya neva seslerini çıkarır. Zillerin, teneke gibi ince dökülmüşü de zilli deflere konulur. "Hanede Hafız Sıtkı'nın tefindeki zillerin billurdan olduğunu kendisinden işittim ama görmedim."Herhalde çok hoş bişiy olacak ; kuşağı balık derisinden, kaşnağı üzerine ceviz kaplama , üzeri sedef işlenmiş zırhları da gümüş tel kaplama ve "Kumkapılı'nın zilleriyle donatılmış bir tefin 12 altın liraya satıldığını gördüm.Tefin sesi iklim ile değişir, mesela İstanbul'un rutubetli havasına göre yapılmış olan tefler Ankara'ya gelince ahengi çok tizleştiği söylenir.
 "1720 Şenliği'nde belki şimdiye kadar hiçbir yerde denenmemiş olduğunu sandığımız ilginç bir gösteri olur; "Su Balesi" diyebileceğimiz bu gösteride köçekler su üstünde kayarak dans ederler. Bu Levni'nin ikişer yaprak üstüne iki minyatüründe de gösterilir. Köçekler, yuvarlak tahtadan dubalar üzerinde eteklerinin içinden bi dubaya tutturulurlar, dubaların altında dengeyi sağlamak için kurşun
Su altından işlerle kıyıdan çekilince bu dubalar gözükmeden su üstünde kaymaktadırlar. Gerçi Levni minyatürlerinde bu ipleri ve dubaları göstermişse de gerçekte bunların gözükmediği, görünenin ise dansçıların su üstünde kayarak dans etmeleridir.

Evliya Çelebi köçekleri anlatırken, "afitab misal", "kesim biçim yerinde", "nergiz gözlü", "nice canları esir etmiş" gibi sıfatlar kullanır, yetmiş tastan içmiş, feleğin çemberinden geçmiş. veled-I zina afitap- misal rakkaslar uğruna bütün varlıklarını döküp saçarlardı. Bunlar yüzünden kavgalar çıkar, yeniçeriler aralarında dövüşüp kanlı bıçaklı olurlardı" diye bahsederdi.

Bir görüşe göre de Sultan Mahmut bunları yasak etmiş onlarda Mısır'a Mehmet Ali Paşa'nın yanına kaçmışlar, bir başka görüşe göre de 1874 tarihli bir kanunla veya 1856' da irade-i seniye ile yasak edilmişti. Nakkaş Osman'ın bir minyatüründe de bir mevlevi dervişini sema ederken, yanında kendi çalgıcı eşliğiyle eteklikli bir köçek ile bir arada gösterir. Bunların öteki hüner sahipleriyle beraberce seyir yerine çıktıklarını aynı şenliği anlatan bir yerli kaynak Surname-I Hümayunda şu satırlarla doğrular. "Badehu bir bölük mevleviyan, sema ve devranda ve lu-betbazlar ve mareke-aralar ve rakkaslar çarpık nümalupta cevelanda olup."

Köçeklerin ve tavşanların çeşitli takma adları vardı; Evliya Çelebi çağının oyuncu oğlanları arasında şunları sayıyor; Mazlum Şah, Küpeli Ayvaz Şah, Saçlı Ramazan Şah, Küçük Şahin Şah, Memiş Şah, kardeşi Bayram Şah, Çoker Şah, Şeker Şah, Sülün Şah, Sakız Mahbubu Zaim Şah, Hürrem Şah, Fitne Şah, Yusuf Şah, Mirza Şah, Nazlı Yusuf ve başkaları.
Bunlar üzerine Çenginame ve Defter-i Aşk adlı iki şiir kitabı yazmış olan Enderunlu Fazıl Hüseyin XVlll.yy köçeklerinden pek çoğunun adlarını anıyor. Kendisinin de tutkunu olduğu Çingene İsmail'den başka kırk beş kadar köçeğin adını veriyor ki, bunlar arasında asıl adı Yorgaki olan büyük afet asıl adı Kaşgar olan Ermeni Küçük Afet., Altın Top,Tazefidan, Kanarya, Yeni Dünya, Kıvırcık, Tilki ve başkaları gelmektedir. Tavşanlara gelince köçeklerin etek giymesine karşın bunlar siyah çuhadan topuklara kadar şalvar, üstüne vücutlarının kıvrımlarını belli edecek biçimde camadan giyer, bellerine alacalı renklerde şallar sarar, başlarını da köçekler gibi açık bırakmazlar, süslü işlemeli oldukça ufak sivri bir külah giyerlerdi. Tavşanların oyunları çok hareketli ve canlıydı, seyredenleri tahrik ederdi. Vücutları, figürleri sazların ahengine uyar, gayet ustaca vücutlarını kıvırır, göbek atar, başlarını geriye doğru atarlar, saçları yere kadar yelpaze gibi açılırdı. Bazen hızlı bazen yavaş adımlarla alanı dolaşırlar, gamzelerini, cilvelerini, naz ve edalarını rakslarına eşlik ettirirlerdi. Bunlara niçin "tavşan" dendiği kesin olarak bilinmemektedir.
1885'te yayınlanan ve Orta Asya'daki gezisini anlatan Henry Lansdell buralarda gördüğü beççeleri anlatırken bunların kiminin yüzlerinin derilerini tavşan gibi buruşturup kırıştırdığını yazmıştır. Aynı açıklama bizdeki tavşanlar içinde yapılabilir. Bunlar kimi kez köçeklerle bir arada çıkar, bazen cariyelerde tavşan oğlanı kıyafeti giyerek gösterilere katılırlardı. Tavşan oyunu, incelediğimiz manzum "Sûrnâmeler" den sadece "Tahsin Sûrnâmesi"nde şu beyitlerle geçmektedir:
ki tavşan ile geldi köçek
Arada vardı gezer bir de köpek
ll.Sultan Mahmud'un Mahur makamında Yürük Aksak usülünde bir şarkısı vardır;
Aldı aklım bir gonca -leb
Şiruz-engiz, şüh-meşreb
Tavşan mı ahü mu aceb
Aman aman
Kaaşı keman
Çok parlak ve oynak olan bu şarkıdaki "Tavşan" eski rakkas oğlanlara verilmiş isimdir.

II.Abdülhamid devri ramazanlarının birinde hafiye Fehim Paşa'nın biraderlerinden birinin himayesinde Şişli de bir semai kahvesi açılmıştı. Bir akşam bende gittim, diye anlatır yabancı bir tanık. "Gece bir hayli ilerledikten sonra sokaklar tenhalaştı, kahvehanede bulunanlar da azaldı. Nihayet Tavşan geliyor!. dendi. Birde baktım ki 15-17 yaşında ayaklarına siyah adak çakşırı ("Adak Çakşırı, ağı ayakların aşık kemiklerine kadar düşen bir nevi çakşırdır") giymiş, bellerinde Trables kuşağı, sırtlarında siyah ipek kaytanlı camedanlarla, kumral saçlı iki "İyotis", Sakızada'lı Rum köçeği geldi. Meydana çıkıp raksetmeye başladılar. Sultan Mahmud'un tavşanı işte bu gördüğüm çoçukların ecdadıdır. Benim gördüğüm tarihten sonra İstanbul 'a bir daha tavşan gelmedi. "Hesaba göre İstanbul'da içkili yerlerde bu oğlanların sayısı altı yüzdü, fakat Türklerin bu dansı yapmalarına izin yoktu. Bunların kimi Ermeni veya Yahudi, büyük bir çoğunluğu da Rum ve Adalıydı. Aralarında çoğu hizmetine girdikleri Türklerin kandırmasıyla Müslüman olmuşlardı. Bu oğlanlar Galata
meyhanelerinde toplandıklarında allemand dansına benzeyen türlü hareketler gösteriyordu. Kimi kez güç biçimlere girerler, güç oyunlar, tehlikeli zıplayışlar yaparlardı. Köçek ve tavşanların oyunları sadece dans olduğu zaman bu dans göbek atmak, topuk çarpmak, bel ve gerdan kıvırmak gibi hareketlere dayanırdı. Bunların kaytan oyunu, tura oyunu, fes oyunu gibi çeşitleri de vardı. Bazen de sözsüz, konulu, dramatik oyunlara da çıkarlardı. Bunları bir bakıma bale temsillerine de benzetebiliriz.

1524 yılında İstanbul'da İtalyan azınlığının verdiği klasik bale tarihi için önemli bir bale temsilinde Türk çengilerinin de olduğunu biliyoruz. Bu gün köçeklere profosyönel dansçı olarak Anadolu'da rastlanmaktadır. Öyle ki, yakın bir çağa kadar Çankırı'da esnaf geçit alaylarında geçirilen kazanların içinde köçekleri dans ettikleri bilinmektedir.