|
Su altından işlerle kıyıdan çekilince
bu dubalar gözükmeden su üstünde kaymaktadırlar. Gerçi Levni
minyatürlerinde bu ipleri ve dubaları göstermişse de gerçekte
bunların gözükmediği, görünenin ise dansçıların su üstünde
kayarak dans etmeleridir.
Evliya
Çelebi köçekleri anlatırken, "afitab misal", "kesim
biçim yerinde", "nergiz gözlü", "nice
canları esir etmiş" gibi sıfatlar kullanır, yetmiş
tastan içmiş, feleğin çemberinden geçmiş. veled-I zina
afitap- misal rakkaslar uğruna bütün varlıklarını döküp
saçarlardı. Bunlar yüzünden kavgalar çıkar, yeniçeriler
aralarında dövüşüp kanlı bıçaklı olurlardı" diye
bahsederdi.
Bir görüşe göre de Sultan Mahmut
bunları yasak etmiş onlarda Mısır'a Mehmet Ali Paşa'nın
yanına kaçmışlar, bir başka görüşe göre de 1874 tarihli
bir kanunla veya 1856' da irade-i seniye ile yasak
edilmişti. Nakkaş Osman'ın bir minyatüründe de bir
mevlevi dervişini sema ederken, yanında kendi çalgıcı
eşliğiyle eteklikli bir köçek ile bir arada gösterir.
Bunların öteki hüner sahipleriyle beraberce seyir yerine
çıktıklarını aynı şenliği anlatan bir yerli kaynak
Surname-I Hümayunda şu satırlarla doğrular. "Badehu
bir bölük mevleviyan, sema ve devranda ve lu-betbazlar
ve mareke-aralar ve rakkaslar çarpık nümalupta cevelanda
olup."
Köçeklerin
ve tavşanların çeşitli takma adları vardı; Evliya
Çelebi çağının oyuncu oğlanları arasında şunları
sayıyor; Mazlum Şah,
Küpeli Ayvaz Şah, Saçlı Ramazan Şah, Küçük Şahin
Şah, Memiş Şah, kardeşi Bayram Şah, Çoker Şah,
Şeker Şah, Sülün Şah, Sakız Mahbubu Zaim Şah,
Hürrem Şah, Fitne Şah, Yusuf Şah, Mirza Şah,
Nazlı Yusuf ve başkaları. |
Bunlar
üzerine Çenginame ve Defter-i Aşk adlı iki şiir kitabı yazmış
olan Enderunlu Fazıl Hüseyin XVlll.yy köçeklerinden pek çoğunun
adlarını anıyor. Kendisinin de tutkunu olduğu Çingene İsmail'den
başka kırk beş kadar köçeğin adını veriyor ki, bunlar arasında asıl
adı Yorgaki olan büyük afet asıl adı Kaşgar olan Ermeni Küçük
Afet., Altın Top,Tazefidan, Kanarya, Yeni Dünya, Kıvırcık, Tilki ve
başkaları gelmektedir. Tavşanlara gelince köçeklerin etek giymesine
karşın bunlar siyah çuhadan topuklara kadar şalvar, üstüne vücutlarının
kıvrımlarını belli edecek biçimde camadan giyer, bellerine alacalı
renklerde şallar sarar, başlarını da köçekler gibi açık bırakmazlar,
süslü işlemeli oldukça ufak sivri bir külah giyerlerdi. Tavşanların
oyunları çok hareketli ve canlıydı, seyredenleri tahrik ederdi.
Vücutları, figürleri sazların ahengine uyar, gayet ustaca vücutlarını
kıvırır, göbek atar, başlarını geriye doğru atarlar, saçları
yere kadar yelpaze gibi açılırdı. Bazen hızlı bazen yavaş adımlarla
alanı dolaşırlar, gamzelerini, cilvelerini, naz ve edalarını
rakslarına eşlik ettirirlerdi. Bunlara niçin "tavşan" dendiği
kesin olarak bilinmemektedir. |
|
|
1885'te
yayınlanan ve Orta Asya'daki gezisini anlatan Henry Lansdell
buralarda gördüğü beççeleri anlatırken bunların kiminin yüzlerinin
derilerini tavşan gibi buruşturup kırıştırdığını yazmıştır.
Aynı açıklama bizdeki tavşanlar içinde yapılabilir. Bunlar
kimi kez köçeklerle bir arada çıkar, bazen cariyelerde tavşan
oğlanı kıyafeti giyerek gösterilere katılırlardı. Tavşan oyunu,
incelediğimiz manzum "Sûrnâmeler" den sadece "Tahsin
Sûrnâmesi"nde şu beyitlerle geçmektedir:
ki tavşan ile geldi köçek
Arada vardı gezer bir de köpek
ll.Sultan Mahmud'un Mahur makamında Yürük Aksak usülünde bir şarkısı
vardır;
Aldı aklım bir gonca -leb
Şiruz-engiz, şüh-meşreb
Tavşan mı ahü mu aceb
Aman aman
Kaaşı keman
Çok parlak ve oynak olan bu şarkıdaki "Tavşan" eski rakkas
oğlanlara verilmiş isimdir.
II.Abdülhamid
devri ramazanlarının birinde hafiye Fehim Paşa'nın biraderlerinden
birinin himayesinde Şişli de bir semai kahvesi açılmıştı. Bir
akşam bende gittim, diye anlatır yabancı bir tanık. "Gece bir
hayli ilerledikten sonra sokaklar tenhalaştı, kahvehanede bulunanlar
da azaldı. Nihayet Tavşan geliyor!. dendi. Birde baktım ki 15-17
yaşında ayaklarına siyah adak çakşırı ("Adak Çakşırı, ağı ayakların
aşık kemiklerine kadar düşen bir nevi çakşırdır") giymiş, bellerinde
Trables kuşağı, sırtlarında siyah ipek kaytanlı camedanlarla, kumral
saçlı iki "İyotis", Sakızada'lı Rum köçeği geldi. Meydana
çıkıp raksetmeye başladılar. Sultan Mahmud'un tavşanı işte bu gördüğüm
çoçukların ecdadıdır. Benim gördüğüm tarihten sonra İstanbul 'a bir
daha tavşan gelmedi. "Hesaba göre İstanbul'da içkili yerlerde
bu oğlanların sayısı altı yüzdü, fakat Türklerin bu dansı yapmalarına
izin yoktu. Bunların kimi Ermeni veya Yahudi, büyük bir çoğunluğu
da Rum ve Adalıydı. Aralarında çoğu hizmetine girdikleri Türklerin
kandırmasıyla Müslüman olmuşlardı. Bu oğlanlar Galata |
|
meyhanelerinde toplandıklarında allemand
dansına benzeyen türlü hareketler gösteriyordu. Kimi kez güç
biçimlere girerler, güç oyunlar, tehlikeli zıplayışlar yaparlardı.
Köçek ve tavşanların oyunları sadece dans olduğu zaman bu dans
göbek atmak, topuk çarpmak, bel ve gerdan kıvırmak gibi hareketlere
dayanırdı. Bunların kaytan oyunu,
tura oyunu, fes oyunu gibi çeşitleri de vardı. Bazen
de sözsüz, konulu, dramatik oyunlara da çıkarlardı. Bunları
bir bakıma bale temsillerine de benzetebiliriz.
1524
yılında İstanbul'da İtalyan azınlığının verdiği klasik
bale tarihi için önemli bir bale temsilinde Türk çengilerinin
de olduğunu biliyoruz. Bu gün köçeklere profosyönel
dansçı olarak Anadolu'da rastlanmaktadır. Öyle ki,
yakın bir çağa kadar Çankırı'da esnaf geçit alaylarında
geçirilen kazanların içinde köçekleri dans ettikleri
bilinmektedir. |
|