Tarihçe İstanbul'un rivayeti bol kahramanları
curcunabaz akrobatlar mumcular
tulumcular deliler nahılcılar
gözbagcılar güreşçiler müzisyenler
hayvan oyn ip canbazı soytarılar
kasebazlar köçekler anka kuşu
  İp canbazları
Canıyla oynayanlar... Bugün sirklerde, müzikhollerde seyrettiğimiz hüner göstericiliği, Osmanlı İmparatorluğu devrinde çok ileriydi. Hüner sahipleri hokkabaz, tasbaz, şadırvanbaz, matrakbaz, zürbaz, kasebaz, perendebaz, kuklabaz, canbaz gibi adlarla anılırlardı. Canbaz, "canıyla oynayan" anlamına gelir
II. Ahmed'in şehzadeleri Süleyman, Mustafa, Mehmed, Bayezıd'ın sünneti ile Sultan Mustafa'nın kızı Ayşe ile Ağrıboz Muhafızı İbrahim Paşa'nın düğünleri için 1720'de düzenlenen şenliği anlatan Vehbi, bunlar için "canı ile oynayıp, cambazlık manasını halka beyan eyledi."demiştir.Osmanlı'da özellikle ip cambazlığı çok ileri bir seviyedeydi. İp üzerinde bağdaş kurma, elde mizan olmadan ip üzerinde yürüme, minareler arasına gerili iplerle hüner gösterme, ayağında bıçaklarla ipte yürüme, ip üzerinde çeşitli aletler vasıtasıyla numaralar yapma, ip üzerine kazan koyarak içine girme, nalınla ipte yürüme, dikili taşlara veya yağlı direklere tırmanma, ayaklarına uzun (üç metre civarında) ağaçlar takarak yürüme gibi enteresan, hayranlık ve korku uyandıran gösteriler yaparlardı.
1582, Surname-i Hümayun, Düğün Kitabı'nda Nakkaş Osman ip canbazlarından şöyle bahseder; "İp canbazı, gelip geçen canbazların hepsinden üstündü. Gözlerini bağlayıp terazisiz, yüksekte olan ip üzerinde sanatını gösterdi. Sonra yine gözlerini bağlayıp perende attı" Abdülaziz Bey canbazlar hakkında şu bilgiyi verir: "Vaktiyle İstanbul'da ip üstünde çeşitli marifetler sergileyen canbazlar da vardı. Bu sanatta pek ileri gitmiş olanlar sûr-ı hümâyunlarda, bayram günleri ve yaza rastlayan Ramazan'larda belli yerlere ip kurarak hünerlerini gösterirlerdi. Hepsi Dersaadet'te toplu halde Koca Mustafa Paşa Camii civarında bulunan "Cambaziye Mahallesi" denen yerde oturur, mahalle içindeki meydana ip kurar, birbirlerine hüner öğretirlerdi. Bu canbazlar arasında da üne kavuşmuş, adları uzun zaman kaybolmamış, hatta günümüze kadar anılagelmiş "hünerverler" yetişmiştir. Bunların "terazi" veya "mizan" denilen bir denge değneyi kullananları olduğu gibi kullanmayanları da vardı.
Evliya Çelebi ise çağının ün salmış canbazlarını şöyle sayar; "Bunlar Üsküdarlı Mehmet Çelebi, Mağrıblı Hacı Nasır, İskenderiyeli Hacı Ali, Harputlu Şaşı Hüsam, Bursalı Kubadı, Arap Girli Kara Secah, Kanberoğlu, Kız Pehlivan"dır. Bunların kimi denge değnekli, kimi denge değneksiz, ellerinde testi, sırtlarında eşekle, kılıçlarla hüner gösterirlerdi. Aralarında Acem Arap, Rum, Hindli, Yemenli canbazlar vardı. Baş pehlivan Üsküdarlı Mehmet Çelebi olup bunların sayısı iki yüzü, yardımcılarıyla iki bini buluyordu.
"Eski belgelerde, surnâmelerde canbazlar üzerine pek çok bilgi, resim ve çeşitli cambazlık terimleri buluruz. Bunlardan "ecel beşiği", "şahin uçurması", "karga sekmesi", "pertav" gibi terimler vardır. Dilimize daha sonra giren terimler arasında ise "flik flik", "trabezende", "turnike", "arkalıç" gibilerine de rastlarız.
İp canbazları direklere tırmanırken...
1582 yılındaki lll.Murad'ın, Şehzade Mehmet için düzenlediği ve 55 gün 55 gece sürmüş olan sünnet düğününde kimi, ayakları bağlı, ceketini ters çevrilmiş giyerek ip üstünde sıçrayıp dans eder; kimi, on kılıcın keskin yanını ayaklarına ve bedenine bağlayıp ip üzerinde takma tahta ayaklarla yürürdü. At Meydanı'ndaki dikili taşlara tırmananlardan düşüp, ölenler olduğu için padişah bu gösteriyi birkaç gün yasak etmek zorunda kalmıştı. Bu tırmanmayı bazen de araçlarla yaparlardı. Üç tane kayış veya zincir kullanan canbaz, önce dikili taşa sardığı ilk kuşağa basar, ortadakine tutunup, yukarıya bağlardı. Böylece ağır ağır dikili taşın tepesine tırmanırdı. Bir başka yol ise bir urganı beş altı defa dikil taşa dolayıp bunları değnek yardımıyla yukarıya itmekti. XVl.yy'da Berber Kasım Abdullah, bunda ustalaşmıştı.
1582, Surname-i Hümayun, Düğün Kitabı'nda Nakkaş Osman ip canbazlarından şöyle bahseder;> "İp canbazı, gelip geçen canbazların hepsinden üstündü. Gözlerini bağlayıp terazisiz, yüksekte olan ip üzerinde sanatını gösterdi. Sonra yine gözlerini bağlayıp perende attı."
Bu şenliği anlatan Gelibolulu Mustafa Ali de "Cami'u'l - Hubur der Mecalisi Sürur" adlı eserinde canbazları şu mısralarla tasvir eder;
Yürüdü gah ağaç, ayak üzre
Çıktı geh paye-I çerağ üzere
Yoğ idi gerçi elde mizanı
Nakd idi gerçi lik sun'I cevlanı

Mevaidu'n Nefais fiKavaidü-l Mecabir adlı eserinde ise canbazlığı şöyle anlatır: "Serbazları ve bir avuç akça içün kendüleri bezl eden cana kalmazları resenbazlardır ki, canbaz itlak olunan cansız oynayup şöhret bulan behre-perdebazlardür"
Ayrıca Ali surnamesinde At Meydanı'ndaki boyu yüz zırâya yakın bir dikili taşa çıkmak için bir çok kişinin gayret gösterdiği, fakat ancak bir kişinin çıkabildiği anlatılır. Bu kişi taşın tepesine çıktıktan başka oraya ağaçlar da çıkararak bunlarla bir çadır kurmuş ve o çadırın altında gece gündüz kumaş dokumuştur.

Yine bu eserde enteresan olarak, bir kedinin canbazlık yapması anlatılır. Bir kedi için kârhâne kurulmuş, bu kedi bazen ipte oynamış, bazende ayağında ağaçlarla paçlebazlar gibi gösteri yapmıştır. Nakkaş Osman da eserinde bu canbaz kedilerden şöyle bahseder:"Arap bir adam tezgahının iplerini gerdi. Edevat ve malzemesini dizip dualar ettikten sonra aslan kıyafetli bir kedi getirdi. Sonra kediye bir işaret yapıp ipi sarsınca, hayvan derhal teraziyi alıp ip üzerinde yürümeye başladı. Türlü türlü cambazlıklar gösterdi. Bazen ip üzerinde ince halkaların içinden geçti, bazen de raksetti. Arap ve acem oyunu gösterdi. Kedi ipin üzerinde gezdikçe velinimeti de altında gezip "ya settar" diye ellerini kaldırarak dua ediyordu. Kedi de boynunu eğip bıyıklarını oynatıyordu."
1720 Yılı'ndaki Şenliği anlatan Mehmed Hazin ise bunları, şu sözlerle belirtir; "Bir sahib-i hüner . balayı sütuna aheste çıkıp nihayetine erdikte..." burada bahsi geçen canbazlar yağlı direğe tırmanırlardı.
güzel bir kızın ipte gösteri yapması." Tahsin ise eserinde beşiğe girip uçan bir canbazdan; arabayla, bıçakla ip üstünde yürüyenlerden; ipte kurban kesip bunu kebap yapıp yiyen canbazlardan ve ipten düşen bir Ermeni canbazından bahseder:

Evliya Çelebi de yapıtının bir çok yerlerinde başka başka gördüğü cambaz, sihirbaz ve hokkabazlardan söz etmektedir. Bunların ilklerinden birini Ankara civarında dolaşırken görmüştür. İstanoz köyüne geldikleri sırada büyük bir kalabalıkla karşılaşıyorlar; Kırk sene de bir cümle resenbazlar (ip cambazları) alel-it-ifak cemolup birbirlerini yola çekip imtihan etmek için bu Istanoz deresinde ve Anadolu'da Gedüz kalesi kıyısında kârhane (iş yeri ) kurup resenbazlık (ip cambazlığı) ederler. Bizler dahi işsiz güçsüz adamlar bu dere içinde temaşalarına varıp onu gördük ebr-I kebutlarda (mavi bulutlarda) nihayet bulmuş yalçın kaylı dar boğazda kayaların ta zirvei alasında (yüksek tepesinde) bir kayadan bir kayaya Frengi habli metinleri (sağlam frenk ipleri) Kayd ü bent edip kayalar kesmesin diye resenlerin (iplerin) başlarına postlar bağlayıp mutemet (güvenilir) adamları silahlarıyla komuşlar kim üstat icrayi marifet ederken bir hasım ipi kesmeye diye nigehbanlar (gözcüler) tayin etmişler.
Kayaların tahtanisinde ve fevkanisinde (altlı üstlü kayalarda) nice bin adamlar cemolup kayalar beni adem ile (insanlarla) pürnakıl olmuş (tıklım tıklım dolmuş) ve aşağı şehir içinde cereyan eden (akan) nehir kenarında bir hafta mukaddem (önce) sofa ve serir ve mastabalar ve küşade (açık) yerlere hayme ve hargahların (küçük ve büyük çadırlarını) kurmuşlar, bu kadar bin mahluki Huda temaşaya durmuşlar. Ve tarafeynde (iki yanda) Engürü paşasının mehterhanesi kütür kütür dövülüp dua ve senadan sonra iptida pehlivanlar birbirlerin meydani muhabbete davet edip serçeşmeleri sküdarlı cambaz sipah Mahmut Çelebi bismillah ile ocavarice eline terazisin alıp karhane başına varıp bir gülbankı Muhammedi çektirip ol kayalar içre sada-yi Allah Allah evci I asümana peyveste olup (gökyüzüne erişip) dağlar raadvar (gök gürler gibi ) güm güm sada verirken tabıllara turralar (davullara tokmaklar) vurulup Koca Mehmet Çelebi o incecik "imtihan habli" (sınama ipi) dedikleri resen üzere (ip üstünde) berki hatıf (göz kamaştırıcı şimşek) gibi seyirterek şakıyıp öyle giderken hemen karhane reseninin ortasında tarfat-ül ayn içre (göz açıp kapıyıncaya kadar zamanda) bir güne geri döndü kim güya ber tazı önünden tazı döner gibi sihri helal edip döndükte cemiyeti aşıkani sadıkan (gerçek aşıklar topluluğu ) sıdki derun ile "Aleyke avnullah ve pehlivan!" (Allah yardımcın olsun) deyip cümle ehli teferrüç (bütün seyre gelmiş halk) ergüst ber-dehen edip (parmak ısırıp) alemi hayrette kaldılar. Meğer cemii pehlivanlar mabeyninde yıldırım gibi giderken ip üzre geri dönmek makduri beşer (insan yapacağı şey) değil imiş. Netice üç kere bu güne arzi marifet edip (ustalık gösterip) dua-yi hayr ü sena ile gıjlayıp nüzul edip (inip) çergesine gidip karar etti.Huddamları parsay I Muhammediye (parsaya) çıkıpakçe devirmeye başladı. Ardan Ispartalı pehlivan civelek Ali geldi.Üstad I atiklerden (Eski üstadlardan) imiş.Pehlivanbaşı huzurunda baş yere koyup dua ile ol dahi ser-I karhaneye gelip cemi pehlivanların arz I marifetleri (Ustalık göstermeleri) ellerinde teraziyi mizanvar (terazi gibi) beraber tutup gitmektir,
amma bu Civelek Ali teraziyi ucundan sağ eline alıp bir ucunu aşağı sarkıtıp bu hal üzre berk I hatıf gibi ubur etti kim cümle pehlivanlar temaşıcıyanlar (seyirciler) "Bu dahi makdur-I beşer değildir."dediler.Menzil başına bu üslup ile varıp andan yine teraziyi yine sol eline alıp yine bir ucun aşağı sarkıtıp bu kere avdet ederken (dönerek) geri gelirken cümle halk (Allah asan getire) diye feryat ettiler.Bibak bi -perva (hiç korkmadan)halkın hüsni teveccühiyle (sevgisiyle) geri geri yine menzil başına gelip çarmıhtan sernigün (başaşağı) sıyrılıp ser çeşme önünde zemin bus edip serçeşme: "Barek Allah pehlivan ! " diye bağrına bastı. Andan Harputlu pehlivan Şüca terazisiz iki destinde (elinde) iki testi ma-I zülal ile malamal (soğuk su ile dopdolu) gidip geldikte testiler destide iken bir çarmıhtan aşağıya kendini öyle bir uçurdu kim cümle ehli teferrüç (bütün seyirciler) "Vah pehlivan diye acıdılar" Biemrillahi teala vücuduna bir zarar etmediğinden maada iki elindeki testileri bile şikest olmadı.(kırılmadı). Meğer bir sanat ile uçtu kim cümle alem halkı hayrette kalıp (herkes şaşırıp) serçeşme önünde el arkası yerde ettikte serçeşme "Hezar ahsente, ey pehlivan Şüca!" diye alnın bus etti (alnından öptü).
Andan Tokatlı Hasan Zarıl pehlivan Hindistan padişahı huzurunda isbati vücut etmiş (bulunmuş). Sinni (yaşı) yetmişe yetmişbir pîr-ì merd-ì hiredmend ve üstad-ì zülfünun dermend idi. Ol dahi serçeşmenin destin bus edip ayağında yeni kubadi pabuç ve başında mutalla (yaldızlı) tülbent üzre bir kase mertebani su ve eğninde (sırtında) kırmızı çuha Muvahhidinin iki yenlerine terazi gibi yapışıp geçip deri döndü. Amma cümle temaşacıların aklı gitti. Andan Kerkerli pehlivan Sührap ayağında yüksek ayaklı avrat nalını, omuzunda bir sığır danası, lakin kolu üzre terazisiyle ubur etti ve avdet etti.Hakka ki nalın ile ol rakik habl (ince urgan) üzerinden ubur etmek pehlivanliktır. Andan Mağripli Pehlivan nam gözleri bağlı omuzunda bir huddamı tabıl (bir adamı davul) çalarak ellerinde terazi ile güzer etti.(geçti). Andan Arapkirli Pehlivan Selim kispetinden maada (başka) vücudu uryan (çıplak)iki elinde birer çakmaklı kol tüfekli ata ata ubur eyledi.Karşıda yine tüfekleri sıkılayıp (doldurup) avdette yine tüfekleri atarak geldi. Andan Cerbel'ì pehlivan Nasrettin kaküllerinden kârhana ipine asılıp elinde karpuz gibi müdevver (yuvarlak) bir şey var, bir ip ile fırlak gibi döndürdükçe pehlivanın perçemindebağı olan halka kârhane ipinden kaya kaya pehlivan gitmede. Aroma ne terazi var ne ne ayakları ip üzerededir. Hemen saçından asılmış elindeki karpuz gibi şeyi çevirdikçe karşı tarafa gidip geldi.Buna ferd-ì âferidenin (hiç bir kimsenin) aklı ermedi.Andan serçeşme şakirdi Galatalı Kızkapan pehlivan Süleyman kispetiyle serçeşme önüne gelip çar köşe (dört köşe) bir sanık getirip cümle halka gösterdi.İçinde asla bir şey yok. Bir tahta, içi kağıt kaplı küçücük bir sandık idi. Ol sandığı bir demir halka ile kârhane ipine asıpkendisi sandık içine girip kaybolup sandık ipte muallak (asılı) kaldı. Onu gördük ki berk-î hâtıf gibi sandık karşı cihete varıp geldi ve Pehlivan Süleyman taşra çıkıp serçeşme huzurunda temenna etti.Bu kara (işe) dahi bir kimsenin idraki ermedi. Hülasa-î Kelam (sözün kısası ) üç gün üç gece yetmiş altı adet resenbazanlar arz-î marifet ettiklerin tahrir eylesek meddah-î resenbaz (ip cambazı övücüsü) olmuş oluruz. Ancak murat ve meram bu kadar derciyle (yazmakla) iktifadır (yetinmektedir). Üç yüz kadar şakirtlerin başa çıkarıp pîrperver ettiler.Bundan gayrı her halife nice bin lûbedebazıklar(oyun gösterileri) etiler ve üç günde cümle halktan ve kasaba Ermenilerinden altı yüz sof kâr edip paşa efendimizden bir kese kuruş aldılar vesselâm.